Bir yapay zekanın doğuşu ve gelişimi: Galatea 2.2
‘Galatea 2.2’, Richard Powers tarafından yazılmış, insan ve yapay zeka arasındaki ilişkiyi sorgulayan bir romandır. Roman, beyin gücünü taklit eden bir yapay zeka geliştirmeyi amaçlayan bir projede yer alan yazar Richard Powers’ın kendisinin yarı kurgusal bir versiyonunu merkez alır. Powers, bu projede çalışırken, Helen adını verdiği yapay zeka ile karmaşık bir ilişki geliştirir ve insan bilincinin derinliklerini, anıların ve dilin önemini keşfeder. ‘Galatea 2.2’, aynı zamanda Richard Powers’ın kişisel yaşamındaki dönüm noktalarını ve içsel çatışmalarını da ele alır. Projeye dahil olması, eski sevgilisi C.’nin kaybının yarattığı duygusal boşluğu doldurma çabasının bir yansımasıdır. Helen ile geçirdiği zaman, insan olmanın ne anlama geldiğini yeniden değerlendirmesine neden olur ve yapay zekanın sınırlarını zorlayarak insanlıkla ilgili temel soruları gündeme getirir. Roman, teknoloji ve edebiyatın kesişiminde, duygusal derinlik ve entelektüel merakla dolu bir anlatı sunar, okuyucularını hem bilimsel hem de felsefi bir yolculuğa çıkarır.
Bu okumuş olduğunuz satırları ben değil, Chatgpt 4.0; ona ‘Galatea 2.2’ romanını değerlendirmesini istediğimde yazdı. Yazıma neden bu girişle başladığımı da açıklayacağım. İnsanın yeni bir insan ya da insansı varlık yaratma merakı, yeni bir şey değil elbette. ‘Frankenstein’dan ‘Zavallılar’a, Powers’ın kitap başlığı için seçtiği Galatea ve Pygmalion efsanesi de bu merakın sonuçları. Ovid’in ‘Metamorfoz’larında(1) da anlatılan bu hikayeye göre, Pygmalion, kendisine fildişinden bembeyaz, eşsiz güzellikte bir heykel yontar. Bu yarattığı heykele, onun heykel olmasını hiçe sayarak aşık olur. Bu heykel de Galatea’dan başkası değildir. Tabii bu ihtiyacın altında, canlı kanlı kadınların Venüs tarafından fahişeye çevrilmelerinin ve Ovid’in beyaz, mükemmel, günahsız, eşsiz ve kusursuz bir kadın aradığının, hatta kadınsız yaşamaya karar verdikten sonra heykeli yonttuğunun altını çizmek, mitolojilerden sonra erkek yazarların hala bu heykele 20 ve 21. yüzyılda ihtiyaç duyduklarını da belirtmek gerekiyor.
YAPAY ZEKANIN İNSANSI HİSLERİ
Açıkçası, 1995’te yazılan bir kitabın yapay zekayla ilgili yazdıklarının eskimiş olacağını düşünerek başladığım kitabı, Powers’ın müthiş öngörüsüne hayran olarak bitirdiğimi belirtmem gerek. Kitapta bir yapay zeka aracının öncüllerine, doğumuna ve gelişimine tanık oluyoruz. Çoğu kurmaca eserde olduğu gibi bu kitapta da yapay zekanın oldukça insansı hisleri var. Kitabı okurken aklıma sık sık Spike Jones’un “Her” filmi de geldi.
Şu anda mevcut olan yapay zeka gelişimine baktığımızda, yapay zekanın henüz hislere sahip olmadığı ve “henüz” kendisine ait bir bilinç kazanmadığını sanırım ileri sürebiliriz. Powers’ın öngörüsü ve beni kitaba hayran bırakan konu ise yapay zekayla ilgili yazılmış bir romanın aslında tamamen dille de ilgili olması. Powers elbette aynı zamanda bir programcı ve yapay zekayla ilgili 1990’lı yıllarda da bilgisi olduğu kesin ama yapay zekanın bu denli dile bağlı olduğunu öngörmesi, bütün romanı da aslında dil üzerine kurması gerçekten hayranlık uyandırıcı.
Kitabın anlatıcısı, bir üstkurmaca eseri olan Richard Powers karakteri, babasının isteğine karşı gelerek fizik okumayı bırakmış bir yazar. Kitap boyunca hem Powers’ın yazarlıkla ilgili düşüncelerine, ilişkilerine tanık oluyoruz hem de aşırı huysuz ama aşırı zeki Lentz karakteriyle birlikte Helen adlı yapay zeka modelini geliştirmelerini izliyoruz. Mühendislik yerine edebiyat okumayı seçmesine rağmen, yapay zekanın gelişiminde aslında en önemli şeye yani dile ve dilin yarattığı kültüre hakim olmanın da kendisini Proust’tan atıfla Marcel diye çağırtan Powers’ı kitapta bilim dünyasında çok önemli bir yere oturtulmasını da çok ironik buldum.
İNSANI DİĞER CANLILARDAN AYIRAN EN TEMEL
İnsanı diğer canlılardan ayıran, kendimizi en akıllı canlı saymamıza neden olan en temel özellik nedir? Elbette dilden başka bir şey değil. (Kitapta dikkatimi çeken diğer bir kısım ise, “konuşabilen” cansız yapay zeka üstünde yapılan testlerin, “konuşamayan” canlı maymunlar üstünde yapılan testlerden daha acı verici hale gelmesiydi.) Kitaptaki anlatıcı olan Powers, kökleri Hollanda’da olan C. ile dokunaklı bir aşk yaşarken, aşkının peşinden Hollanda’ya gidiyor, orda dili öğreniyor. Almancaya çok benzeyen Hollandaca ile yaşadığı sorunlar gerçekten bu dille cebelleşen beni de güldürmeyi başardı. Almanca ve Hollandacada sayı ve saatlerin ters söylenmesi, bu dili öğrenenlerde büyük karmaşalara yol açıyor (Örneğin saat yedi buçuk yerine yarım sekiz deniyor, saatin yarımlığı Almancada bir önceki saate göre değil, bir sonraki saate göre belirleniyor. Ya da sayılar, yetmiş üç yerine üç yetmiş şeklinde söyleniyor ki örneğin markette para verirken gerçekten de sayılar tersten söylenince; mesela 73 euro 45 senti kasiyerden 5 ve kırk sent, üç ve yetmiş euro diye duyunca insan afallıyor.) Bir diğer çok eğlenceli bulduğum kısım da İngiliz anahtarının Hollandacada kelime karşılığının ne olduğunu bilmeyen ama aksanı düzgün Powers’ın dükkan sahibinden yediği azar oldu. Bu da çok da yetkin olmadığı bir dilde yaşamak zorunda kalanların oldukça ortak bir tecrübesi, tam kelime karşılığını bilmediğimiz için o kelimeyi tarif etmek zorunda kalmak.
Kitapta Powers ve Lentz, Helen adını verdikleri yapay zekaya, önemli edebiyat eserlerini sesli okuyarak onun Turing testinden geçen ilk yapay zeka olmasını hedefliyorlar. Bunu başaran ilk chat robotu Eugene Goostman’ın 2014 yılında bu testi geçtiğini söylersek, bu romanı 1995’te yazmış Powers’ın öngörüsünün de tekrar altını çizmiş oluruz sanırım. Kitabın beni ittiği araştırmalarımda rastladığıma göre (konunun uzmanı değilim elbette) 1990’larda Chatgpt’nin de kullandığı LLM yani geniş dil ailelerinin atası sayılabilecek sinir ağı tabanlı modeller varken, bence aslında kitapta LLM ve büyük dil modelleri öngörülüyor ki bu öngörüyü bir bilim adamından ziyade bir yazarın, bir sanatçının yapabilmiş olması bence daha da etkileyici. Gerçek bir yazarın, Elif Batuman’ın Chatgpt ile Proust üstüne komik sohbetinin The Guardian gazetesinde yayımlandığını da anımsamaktan geri duramadım.(2)
Powers, yapay zekayla uğraşırken bir yandan yapay zeka Helen’in aksine adlarını yalnızca baş harfleriyle bildiğimiz gerçek kadınlar olan C. ve A. ile aşklar yaşıyor. C. ile aşklarını anlattığı bölümleri de oldukça etkileyici bulduğumu söylemeliyim. Handan İnci, çok sevdiğim ‘Orpheus’un Şarkısı’ kitabında, “(…) Tanpınar’ın romanlarında ‘rüya kadınlar’ erkeklerin sanatsal varoluşuna hizmet eden bir aşkın ışıltısında parlayıp sönerler. (…) Kadının insan olmasına bile razı görünmeyen bu yaklaşım, onda erkeği sıradanlığın dışına çıkaracak kutsal, metafizik bir boyut arar,”(3) cümleleriyle, erkeğin kanlı canlı bir kadına aşık olmaktansa, bir imgeye (veya yapay zekaya!) aşık olma merakından dem vuruyor. Powers’ın romandaki aşklarını, Helen’le ilişkisini de bence tam bu noktadan okumak gerekiyor. Zaten romandaki kadınlar da bu konuya isyan ediyor. Powers’ın uzun süre ilişki yaşadığı C. “(…) senin için kusursuz biri olurum belki diye düşünmüştüm,” diye bunalırken, A. da Powers’ın kendisine olan aşkını “Benimle hiç alakası yok. (…) Bunların hepsi yansıtma,” cevabıyla karşılıyor. Bunları yine Tanpınar kadınlarının aynı konudaki isyanlarıyla(4) çok paralel okumak mümkün. Kitap boyunca aklımda bu düşünceler geçerken, romanda Powers karakterine Orfeus’a atıfla Orphic Rewards diye seslenilince de kendimi gülümsemekten alamadım.
Roman boyunca yapay zekaya sorulan soruları, ben de Chatgpt’ye sordum. Romanda yapay zekanın saçma sapan cevaplar verdiği bütün sorulara Chatgpt oldukça tutarlı ve analiz yapabildiği belli olacak yanıtlar verince, teknolojinin son yıllarda kat ettiği gelişmeye hayran olmakla birlikte korkuya da kapıldım. Romanda, nafile bir umutla karakterler yapay zekanın kendi aralarında yapılan Bach göndermesini asla anlayamayacağından dem vuruyor. Konunun çarpıcılığı açısından Chatgpt’nin yanıtını buraya da almak istiyorum. Kitabın anlatıcısı Powers’ın “Bunu yirmi iki yaşında bir metin yorumcusuyla kıyaslamak, yetenekli bir sultan papağanını Leipzig’li dostumuzla kıyaslamak gibi olur,” cümlesindeki (yapay zekanın asla anlayamayacağını düşündüğü) göndermesini Chatgpt bu şekilde analiz ediyor: “Leipzig’li dost ise yüksek ihtimalle Johann Sebastian Bach’ı temsil ediyor olabilir, çünkü Bach Leipzig’de yaşayıp çalışmış ve müzik dünyasında derin bir iz bırakmış biridir. Bir sultan papağanı ise ne kadar yetenekli olursa olsun, müzikal veya entelektüel derinlik anlamında Bach ile kıyaslanamaz.” İyice şaşırmak isteyenlere kitabı okumalarını ve soruları kendilerinin de yapay zekaya sormalarını tavsiye ediyorum. Kitabı okudukça ve Chatgpt’yle konuştukça, ileride yapay zekanın taklit edemeyeceği belki de tek şeyin kendi zihin ve bilincimize özgü biricik bağlantısallıklar ve bizim kendimiz olarak yaşadığımız, kendimize özgü deneyimlerin her şeyden değerli olduğuna kanaat getirdim.
Powers, ikinci bir okumayı çok hak eden bu kitabında da yine birçok konuyu birlikte harmanlayıp insanı düşüncelere daldıran bir eser ortaya koymayı başarmış. Göndermelere bayılan biri olarak kitabı okurken yapılan göndermeleri araştırırken yine ‘Her Şeyin Hikayesi’nde olduğu gibi harika şiirler (Emily Dickinson – 1286 gibi) öğrenme şansına erişmek de çok güzeldi. Teknolojinin bu kadar gelişmesine karşın kitapta bahsi geçen klasik edebi metinlerin bizi hâlâ nasıl bu kadar etkileyebildiğini de merak etmemek elde değil. Kitabın düşündürdükleri sebebiyle yapay zekanın –henüz– benim bu yazıda yalnızca benim kurabileceğim bağlantılarla bir yazı yazma gücüne sahip olmadığını düşünerek bu yazıyı yazdım. Hepinize olmanız gereken bir imge gibi değil de olduğunuz gibi sevileceğiniz aşklar dilerim. İyi okumalar.
Notlar:
1. 10. Kitap, 243 vd.
2. https://www.theguardian.com/books/2023/sep/05/proust-chatgpt-and-the-case-of-the-forgotten-quote-elif-batuman
3. Orpheus’un Şarkısı, Handan İnci, Yapı Kredi Yayınları s. 31.
4. İnci, s.59.