Felaket göz göre göre geliyor: 2050 yılında dünyada nasıl bir tablo ortaya çıkacak?

İnsanın müdahalesi olmadan yaşanan iklim değişiklikleri ile bizim yarattığımız iklim krizi arasında inatla neden sürekli bir paralellik kuruluyor? Sular daha ne kadar yükselecek? Bu yükselme ile terk edilecek kentler, kitlesel hareketlerin yönü, su kaynaklarının tükenmesiyle yaşanacak olumsuzluklarla dünyada nasıl bir tablo ortaya çıkacak? Uzun yıllardır iklim değişikliği üzerine çalışan Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nden Dr. Ümit Şahin sorularımızı cevapladı.

‘YAKIN BİR GELECEKTE DÜNYA 6 DERECE DAHA SICAK OLABİLİR’

İklim ve kriz kelimeleri ne zaman yan yana geldi? Bu kavramın kendisi de sizce olayın vahametini anlatmak için yeterli mi?

İklim krizi kavramı, özellikle Greta Thunberg’in 2018’de “önce krizi kriz olarak tanımlamak zorundayız” çıkışından sonra popülerlik kazandı, iyi de oldu. Ama kavramın kullanımı çok yeni değil. Bizim Ömer Madra ile birlikte 2007’de yayımladığımız ilk kitabımızın başlığı “Küresel Isınma ve İklim Krizi” idi mesela. Elbette iklim krizinin ağırlığını tek başına hiçbir kavramla yeterince hissettirmek kolay değil. İklim yıkımı diyenler de var. Ama bana sorarsanız, olan, her şeyden önce ve aslen “küresel ısınma”. İnsan etkisiyle iklimde meydana gelen dengesizlik nedeniyle şu aralar ABD’de yaşanana benzer alışılmadık soğuk dönemler de görüldüğü için küresel “ısınma” demenin kafa karıştırıcı olduğunu düşünenler de var ama bence olan neyse, önce onu söylemeliyiz. Olan, küresel sıcaklıkların hızla artması… Üstelik bu sadece küresel ortalama artıyor demek değil.

Sıcaklıklar dünyanın her yerinde artıyor, soğuyan bir yer yok. Sadece günlük değişkenlik devam ediyor. Bu nedenle de soğuk dönemler, hatta alışılmadık soğuklar da yaşanabilir. Ama zaten değişkenliğin bu kadar artması da yine ısınmayla ilgili. Isınan hava destabilize olur, dengesizleşir. Dinozorlar zamanında yeryüzünün ortalama sıcaklığı Holosen (son 12 bin yıl) ortalamasından 6-8 derece fazlaydı. O nedenle de büyük ekstrem olaylar, cehennem sıcaklıkları veya devasa yağışlar, seller ve fırtınalar daha çok görülüyordu. Şu anda insan kaynaklı küresel ısınma dünyayı hızla öyle bir duruma sürüklüyor. Fosil yakıt yakmayı ve sera gazı salımlarını durdurmazsak, belki biz yaşta olanların değil ama bugünkü çocukların ve genç arkadaşların görebileceği kadar yakın bir gelecekte dünyanın dinozorların yaşadıkları devirlerdeki kadar, yani normalden 6 derece daha sıcak olması işten değil.

‘GEÇMİŞTEKİ İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİNİN DOĞAL NEDENLERİ VARDIR’

Gezegenimizde milyonlarca yıl boyunca iklim değişiklikleri yaşandı. İnsanın müdahalesi olmadan yaşanan bu iklim değişiklikleri ile bizim yarattığımız iklim krizi arasında inatla neden sürekli bir paralellik kuruluyor? Bu durum neden doğalmış gibi algılanmaya çalışılıyor?

Bunun bir insani nedeni var bir de organize. Organize yanı, fosil yakıt şirketlerinin desteğiyle yürütülen iklim inkarcısı kampanyaların kafa karıştırmayı amaçlayan argümanlarından birinin bu olması. İnsanların bilimsel görünümlü bu tür şeylere çabuk tav oldukları bilindiği için bu tür söylemleri köpürtüyorlar. Bu da bizi işin insani nedenine getiriyor. Çünkü tav olmak istiyoruz… İstiyoruz ki, iklimler değişmesin, değişse de bu bizim suçumuz olmasın, doğal olsun, tarih boyunca hep yaşanan bir şeye, şu kötü kadere bak ki biz de rast gelmiş olalım…

Son 542 milyon yılda küresel sıcaklıklar
çoğunlukla Holosen ortalamasından sıcaktı.

Oysa durumun bununla ilgisi yok. İnsanlar olarak, dünyada 12 bin yıl önce son buzul çağının bitmesi ve Holosen’in başlaması ile başlayan şahane bir iklimsel istikrar döneminde yaşadık. Bu dönemde yerleşik hayata geçtik, tarım toplumları istikrar kazandı, giderek bildiğimiz, uygarlık dediğimiz şeyler kuruldu ve nihayet bugünkü kalabalık, karmaşık toplumlara evrildik. Bunu da iklimin istikrarlı gitmesi, yani havaların tahmin edilebilir seviyede olması sayesinde yapabildik. Homo sapiens, Holosen öncesindeki soğuk ve oldukça istikrarsız dönemde evrimleşti, Afrika’dan çıkıp dünyaya dağıldı. Ancak iklimin istikrarsız olduğu bu dönemde nüfusumuz pek fazla artmadı, ki son buzul çağı bittiğinde bütün dünyada ancak 1-2 milyon insan yaşıyordu. Holosen ile birlikte başlayan, yerleşik tarım toplumlarının oluşmaya başladığı dönemde, nüfusun artması, insanların ormanları yakıp tarım alanları açması ve devletlerin kurulup sulama ve tarımın daha sistematik bir işleyiş halini almasıyla karbondioksit seviyesindeki hafif artışa rağmen iklim değişmedi. Çok geç dönemde, Orta Çağlarda Avrupa’da yaşanan Küçük Buzul Çağı hariç, iklim değişmeden kaldı. Çünkü muhtemelen ormanların yok edilmesi, odun ve az miktarda kömür ve petrol yakılması nedeniyle atmosfere salınan insan kaynaklı sera gazlarının ısıtıcı etkisiyle yine aynı nedenlerle salınan aerosollerin (sülfatlar, vb.) soğutucu etkisi birbirini dengeledi.

Son 150 yılda küresel sıcaklıkların artışı (1850-
1900 ortalamasına göre)

Bu istikrarda yine insan etkisinin de işin içinde olması ironik tabii ama sonuçta olan şu: Bizim türümüz, Homo sapiens, en fazla 200 bin yıldır dünyada evrimleşiyor. Biz ortalıkta olduğumuz dönemde, ılıman Holosen’den önce bir tek ılıman dönem yaşandı, o da 130 bin yıl önceki, Holosen ortalamasından 1 derece kadar daha sıcak olan (yani ortalama sıcaklıkların bugünkü civarda olduğu) Eymiyan dönem. Ama o zaman pek bizim radarımızda değil, çünkü ilk insanlar, çok az sayıda ve ancak Doğu Afrika savanlarında dağınık biçimde yaşıyorlardı. Aynı dönemde Asya’da başka hominidler olsa da onların türü ortadan kalktı. Ben bunu anlamanın kritik olduğunu düşünüyorum. Son buzul çağı öncesinde, ardışık buzul çağlarının yaşandığı son 2,5 milyon yılda (Pleistosen çağı) iklim çok değişkendi, ama biz bu uzun dönemin büyük kısmında ortada yoktuk, ki ortada olan diğer hominidler de bir şekilde yok oldu. Ondan önceki iklimsel değişikliklerden bahsedenlerin de yaklaşık 450 ve 350 milyon yıl önceki iki buzul dönemi dışında, bitkiler ve hayvanlarla dolu olduğu için bugünkü gezegenimize benzeyen Kambriyen sonrası dünyanın (son 542 milyon yıl) çoğunlukla hep Holosen dönemden çok daha sıcak olduğunu unutmaması gerekir. Özellikle 251 milyon yıl önce meydana gelen en büyük kitlesel yok oluştan sonra başlayan ve önce sürüngenlerin sonra memelilerin hâkim olduğu ve fosil kayıtlarının vb. zengin olması nedeniyle daha iyi bildiğimiz jeolojik çağlar, 249 milyon yıl boyunca hep Holosen’den daha sıcaktı. Zaten kıtalar da bugünkü yerlerinde değildi ama Antarktika’daki buzullaşma bile ancak 30 küsur milyon yıl önce başladı. Pleistosen-Eosen Termal Maksimumu’nda, yani bundan 56 milyon yıl önce, sıcaklıklar Holosen ortalamasından 12 derece daha sıcaktı. Bu kadar sıcak dönemlerde insan türü yaşayamazdı. Dinozorlar dönemindeki gibi 6-8 derece daha sıcak bir dünyada yaşayabileceğimiz de pek akla yatkın bir öngörü olmaz. Ya da yaşayabilsek de -ki oraya doğru gidiyoruz- herhalde ancak küçük ceplere sıkışıp kalırız. Dolayısıyla tarihteki iklim değişiklikleri bizim türümüz ve özellikle de bugünkü nüfusumuz ve karmaşık toplumsal yapımız için yaşanabilir değildi, biz ortada olmadığımız için konuyla ilgili de değil. Geçmişte de iklim hep değişti diyenlerin bunu göz ardı etmesi iyimserlikten öte bir şey bence.

Tabii bir de geçmişteki ve bugünkü iklim değişikliklerinin nedenleri ve hızları açısından birbirlerinden çok farklı olduğunu vurgulamak gerekiyor. Geçmişteki iklim değişikliklerinin çeşitli doğal nedenleri vardı. Bazen bir dizi volkanik patlama art arda geliyor ve bazen binlerce yıl sürüyor, atmosfer karbondioksitle dolup ısınıyor; bazen bir nedenle soğumaya başlayan dünya albedo etkisiyle (yani buzulların artıp güneş ışığını fazla yansıtmasıyla) soğuma döngüsüne sıkışıyor. Bazen (Karbonifer dönemde) hızlı kömürleşme nedeniyle bitkiler atmosferdeki karbondioksiti emip yeraltına gömünce havalar soğuyor; bazen yeryüzü ile Jüpiter arasındaki etkileşim nedeniyle yeryüzünün güneş çevresindeki yörüngesinde eliptikliğin değişmesi veya dünyanın eksenindeki oynamalar nedeniyle güneşten gelen enerjinin artıp azalması nedeniyle sıcaklıklar oynuyor; bazen kıtaların kayması nedeniyle değişen topografya etkili oluyor. Ama hiçbirinde yeryüzündeki herhangi bir canlı türün etkisi yok. Dinozorlar yeryüzüne çarpan bir asteroidin iklimi değiştirmesi ve belki de atmosferi onlar için yaşanmaz kılan gazlarla doldurması nedeniyle yok oldu. Ama ne dinozorların ne de başka bir türün bunda kabahati vardı. Şu anki iklim değişikliğinin tek nedeni ise insanların kömür, petrol ve gaz yakması. Başkaca bir nedeni yok. Ayrıca bizim fosil yakıtları yakma ve yeryüzünü ısıtmamız önceki doğal sebeplere bağlı en hızlı iklim değişikliğinden bile daha hızlı seyrediyor. 56 milyon yıl önceki PETM’nin jeolojik çağlardaki en hızlı küresel ısınma olduğu biliniyor ama o bile binlerce yıl sürmüştü. Biz iklimi PETM’den 20 kat daha hızlı değiştiriyoruz.

‘2050’DE NORMALDEN 2 DERECE DAHA SICAK BİR DÜNYAYA ULAŞACAĞIZ’

Sanayi Devrimi’yle birlikte sıcaklık artışında ne tür değişiklikler oldu? Sıcaklıklarda görülen tehlikeli artış ne anlama geliyor? 2050 yılında dünyada nasıl bir tablo öngörüyorsunuz? Suların daha ne kadar yükselmesi bekleniyor ve bu yükselme ile terk edilecek kentler, kitlesel hareketlerin yönü, su kaynaklarının tükenmesiyle yaşanacak olumsuzluklarla dünyada nasıl bir tablo ortaya çıkacak?

Sanayi Devrimi’nden sonra sıcaklıklar artmaya başladı, önce bir 0,2-0,3 derece artış oldu. Ama sonra, 1940’lardan 1970’lerin başına kadar bu ısınma durdu. Çünkü fosil yakıt yakma hızımız artarken, bundan çıkan bütün kirleticileri, yani sadece karbondioksiti değil kükürt ve azot oksitleri de o kadar kontrolsüz bir şekilde atmosfere saldık ki, hava kirliliği çok şiddetlendi, öyle ki kısa smog dönemlerinde binlerce kişi kitlesel olarak ölmeye başladı biliyorsunuz. Ancak bu hava kirleticilerin, yani aerosollerin soğutucu etkisi, karbondioksitin ısıtıcı etkisini dengeledi. Ancak 1970’lerden itibaren ekonomik büyümenin ve fosil yakıt yakma hızının iyice artışı, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin de hızlı büyümesiyle ve tabii hava kirliliğinin de özellikle Batı’da azaltılmasıyla birlikte, ısınma galip geldi. Sonuçta bugün son on yılın ortalaması sanayi öncesi dönemden 1,1 derece daha sıcak. Hatta 2016 ve 2020’de, 1,25 derece, yani rekor düzeyde sıcak yıllar da yaşadık. Şu anki fosil yakıt yakma ve sera gazı salma hızımızla 2020’lerin sonunda 1,5 dereceyi göreceğiz. 2030’larda ortalama sıcaklık artışı 1,5’u geçecek, 2050’ye doğru da normalden 2 derece daha sıcak bir dünyaya ulaşacağız. O zaman Kuzey Kutbu’ndaki Arktik deniz buzunun yaz sonunda tamamen eridiğine ve Arktik’in açık okyanusa dönüştüğüne tanıklık edeceğiz. Alplerde ve benzer yükseklikteki ılıman bölge dağlarında buzul kalmayacak. Himalayalar’daki buzulların erimesi çok hızlanacak. Kuzey kutbu çevresindeki milyonlarca kilometre karelik donmuş toprak hızla eriyeceği için çıkan metan ve karbondioksit ısınmayı daha da hızlandıracak. Yine Arktik’teki sığ denizlerin tabanında bulunan donmuş metan hidratlar eriyip ısınmayı iyice hızlandıracak. Yani Arktik saatli bomba gibi. Bu arada Grönland ve Antartktika’daki buzul erime hızı çok artacağı için deniz seviyeleri bugünkü gibi yılda yarım santim değil, çok daha hızlı yükselecek, ısınan okyanusların genleşmesi de buna eklenecek, okyanustaki ada devletleri yok olacak, Bangladeş gibi deniz seviyesindeki ülkelerin önemli bölümü de sular altında kalacak. Bu arada okyanuslar hızla ısındığı ve asitlendiği için mercan resifleri tamamen yok olacak, balıkçılığa dayalı ekonomiler çökecek.

Kayıtlardaki en sıcak 10 yılın hepsi son 12
yıldaydı.

Bizim de bulunduğumuz Akdeniz Havzası ve Ortadoğu gibi kurak bölgeler daha da kuraklaşırken, su krizi büyür ve tarımsal üretim zora girerken, Hindistan, Pakistan gibi artan Muson yağmurları nedeniyle fazla yağış alan ve Himalayalar’daki aşırı erimeden dolayı ırmakları taşan ülkeleri devasa seller kaplayacak. Afrika ülkeleri susuzluktan ve kuraklıktan açlığa teslim olacak. Orman yangınları iyice artacak, aynı anda dünyanın her yerinde aylar süren yangınlar yaşanacak ve bu da salınan ekstra karbondioksitle ısınmayı bir daha hızlandıracak. Kuyruğunu yiyen yılan misali hızlanacak bir ısınmadan bahsediyoruz. Arktik buzullarının ortadan kalkmasının, okyanusların bu kadar ısınmasının ve asitleşmesinin yaratacağı beklenmedik başka iklimsel etkiler de olabilir, henüz bilmiyoruz. Böylece her yıl milyonlarca insan iklim mültecisine dönüşecek. Sadece önümüzdeki 25-30 yıldan söz ediyorum. Bizi bekleyen gelecek, en hafif anlatımıyla bunun gibi bir şey.

‘FELAKET GÖZ GÖRE GÖRE GELİYOR’

Pandemi süresince oluşan ekonomik ve sosyal hayattaki durgunluk önemli bir deneysel ortam yarattı. Peki, bu dönemdeki fosil yakıt kullanımın azalması sizi nasıl bir sonuca götürdü?

Bu dönemde yıllık karbondioksit gazı salımları sadece yüzde 7 düştü, sonra tekrar artışa geçti, zaten son bir yılda da tekrar yüzde 1 artış oldu ve rekor kırdık. Çünkü asıl azalan ulaşımdı, onun da etkisi sınırlı, başta elektrik ve ısı üretimi olmak üzere bütün ekonominin karbonsuzlaşması gerekiyor. Zaten pandemi gibi sıra dışı dönemlere bel bağlanamayacağı gibi, insanların bu yaşananlardan bir şey öğrendiğini de sanmıyorum. Kötü deneyimleri unutmaya eğilimliyiz. Bu nedenle fosil yakıtların kullanımı ancak bilinçli ve iradi olarak azaltılırsa bir anlamı olur. Bunun adı da enerji dönüşümüdür. Önümüzdeki 30 yılda fosil yakıt kullanımını tamamen terk etmek zorundayız. Bunu da son dakikaya bırakarak yaparsak bir işe yaramaz. Hızlı başlamamız, sera gazı salımlarını 2030’a kadar önce yarıya indirmemiz, geri kalan 20 yılda da sıfırlamamız gerekiyor. Tabii bu da sadece kömür, petrol ve gazdan yenilenebilir kaynaklardan üretilen karbonsuz enerjiye ve ağırlıklı olarak da rüzgâr ve güneşten üretilen elektriğe geçmekle başarılamaz. Aynı zamanda enerji kullanımını azaltmamız gerekiyor hem verimli teknolojiler kullanarak hem enerji tasarrufu yaparak hem de yaşam biçimi değişiklikleriyle. Ama başlayan enerji dönüşümü o kadar yavaş ve bu formüle o kadar uzağız ki, felaket göz göre göre geliyor.

‘DEVLETLERİN VE ŞİRKETLERİN CANINA MİNNET’

İklim krizi bireysel tercihlerimizle karbon ayak izini azaltmakla çözülebilecek bir sorun mu ya da iklim krizini çözmek devletlerin ekonomi-politikalarını değiştirmeye zorlayacak bir politik mücadeleden mi geçiyor?

Hem evet hem hayır. Bireysel tercihlerle elbette çözemeyiz, çünkü her şeyden önce bu bir tercih değil, zorunluluk. Ayrıca sadece bilinçli kişilerin yaşam biçimini değiştirmesi, fedakârlık yapması bir işe yaramaz, devede kulak kalır. Dolayısıyla yanıt politika değişiklikleri yapmanın çözümün tek yolu olduğu. Ama öte yandan bu politika değişiklikleriyle ulaşılacak yeşil ekonomik düzende hepimiz yaşam biçimimizi değiştirmek zorunda kalacağız. Parası olanın istediği kadar tükettiği bir dünyada ısınma durmaz. Demek ki yaşam biçimimizi değiştirmeye, ekolojik bir yaşama geçmeye hazır olmamız gerekiyor. Bu anlamda evet, bireysel yaşam biçimi değişiklikleri hayati önem taşıyor, bu değişikliklere direnen bir çoğunluk zaten politika değişikliklerini de imkânsız kılar. Zaten devletlerin ve şirketlerin canına minnet… Yani yaşam biçimi değişikliğiyle politika değişikliğinin paralel gitmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.

IPCC’nin son raporunda devletlerin teşvik ve altyapı yatırımları ile desteklediği yaşam biçimi değişikliklerinin emisyonları yüzde 40-70 azaltacağı ortaya konmuştu. Devletler politikaları değiştirecek, karbonsuz bir ekonomi kuracak ama biz aynen bugünkü gibi yaşayacağız; hayır formül bu değil. Zaten eşitsizlikleri azaltmayı ve adaleti sağlamayı hedef almayan hiçbir politika iklim krizini çözemez. Yani tüketen kesimlerin yaşam biçimlerini değiştirmeye hazır olması gerekiyor.

‘RADİKAL BİR DÖNÜŞÜM MİLYONLARI SOKAĞA DÖKMEKLE MÜMKÜN’

Son olarak; Mısır’ın ev sahipliğinde 6-18 Kasım tarihleri arasında düzenlenen BM İklim Değişikliği Konferansı (COP 27)’na katıldınız. Buradaki izlenimleriniz neler? Bu toplantıya dünyanın en fazla plastik kullanıcılarından biri olan Coca Cola sponsor oldu, devlet başkanları özel uçaklarla geldi ve çok sayıda fosil yakıt şirketinin lobicileri vardı. Sizce bu koşullarda gerekli radikal önlemleri almak mümkün olacak mı?

Bu konferanslar, dünyada bu alanda başarılan pek çok şeyin, o başarılanlar çok az ve yetersiz de olsa yapıldığı yerler. O yüzden Coca Cola sponsorluğu gibi şeyleri ön plana çıkarıp bu konferansları itibarsızlaştırmayı doğru bulmuyorum. Ama tabii fosil yakıt şirketi temsilcileri ciddi bir somut etki yaratıyor. Bunların bağımsız kişiler olmadığını, çoğunun Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, İran, Rusya gibi petrol devletlerinin resmi delegeleri olduğunu da hatırlamak lazım. COP27 metnine fosil yakıtlardan çıkışın girmesini bunlar engellediler. Ama yine de iklim konferanslarının yapılmadığı bir dünyada fosil yakıt şirketleri zil takıp oynardı. Ne kadar sinirlerimiz bozulsa da iklim hareketleri, aktivistler, uzmanlar, bilimciler olarak ancak bu zeminde görünür olabiliyoruz. Bütün olumlu gelişmelerin de başta 1,5 derece hedefinin kabul ettirilmesi olmak üzere, iklim hareketleriyle ilerici küçük devletlerin (Tuvalu, Marshall Adaları, Antigua Barbuda, Kosta Rika, Barbados, vb.) ortak başarısı olduğunu unutmayalım. O yüzden radikal bir dönüşüm bu konferansları daha fazla zorlamakla ve milyonları sokağa dökmekle mümkün olacak. Uzaktan seyredersek sadece sosyal medyada mızmızlanmakla ve karamsarlık yaymakla kalırız. Oysa dönüşüm mümkün ve zorunlu. Birdenbire de olmayacak, uzun ve yorucu bir mücadele gerektiriyor. Hayatta kalmanın tek yolu iklim krizine karşı harekete geçmekse, eninde sonunda yeterince büyük bir kütle harekete geçecek demektir. Aksi, hayatta kalma içgüdümüze ihanet olurdu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir